top of page
  • Twitter
  • Facebook

Yalnız Kalmayı Öğrenmek: Yalnız Hissetmeden Yalnız Olabilmek

  • Yazarın fotoğrafı: Feroz Anka
    Feroz Anka
  • 3 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Yalnızlık kelimesi çoğu insanda aynı duyguyu uyandırır:

Terk edilmişlik, eksiklik, bir şeylerin yanlış gittiği hissi.

Oysa tek başına olmak ile yalnız hissetmek aynı şey değildir.

Kalabalık bir masada oturup kendini yapayalnız hissedebilirsin; tek başına bir odada oturup, hiç olmadığın kadar “yerli yerinde” de hissedebilirsin.

Kendime Giden Yollar'ın kalbinde tam da bu soru var:

Ben gerçekten yalnız mıyım, yoksa kendimle kalmayı hiç öğrenemediğim için mi bu kadar korkuyorum?

Bazı akşamlar, çevrende insanlar varken bile içinden “Buraya ait değilim.” diye geçirirsin.

Gülersin, konuşursun, eşlik edersin, dinlersin; ama kendine “Ben şu an gerçekten buradayım.” diyemezsin.

Sesler yükselir, sohbet derinleşir, masada neşeli bir hava vardır; sen ise içeriden sessizce geri çekilmişsindir.

Kimse fark etmese de, sen o masadan çoktan kalkmışsındır.

Yalnızlık hissi, işte çoğu zaman tam da burada başlar.

Yalnız olmandan değil, kendine erişememenden.

Bedenin oradadır, sesin oradadır, gülüşün oradadır, ama içindeki sen, çoktan başka bir yerde dolaşmaktadır.

Bu yüzden, yalnızlık her zaman “tek başınalık” değildir.

Bazen en çok, en kalabalık olduğun yerde yalnız hissedersin.


“Yalnızlık Bir Eksiklik mi?”

Yıllarca yalnızlığı bir eksiklik gibi gördük.

Etrafında insan yoksa, bir şeyleri yanlış yapıyorsun sandın.

Boş bir hafta sonu, dolmamış bir takvim, sessiz bir akşam…

Sanki bunlar, hayatın “başarısızlık” göstergesiymiş gibi.

Oysa insan, sadece “ötekilerle” tamamlanan bir varlık değil.

Evet, ilişkiye muhtaç, temasa ihtiyaç duyan bir tarafımız var; ama bir yandan da, kendini duymadan hiçbir ilişkiyi sağlıklı kuramayan bir yanımız da var.

Yalnızlığı sadece “kimsenin olmadığı an” olarak gördüğümüzde, onu hep eksik, hep yanlış, hep kaçınılması gereken bir hâl gibi yaşıyoruz.

Oysa yalnız kalabilmek, iç dünyaya açılan kapının eşiğinde dikilmek demek.

Bir insanın kendisiyle barışmasının, kendini tanımasının, kendini duymasının yolu çoğu zaman buradan geçiyor.

Yalnızlık, sanıldığı gibi “hiç kimsesizlik” değildir.

Bazen, herkesin içinde kaybolmaktan çok daha gerçek bir beraberlik taşır:

Kendinle beraber olmak.


Yalnız kalmayı bilmeyen biri için, sessizlik hep tehlikelidir...

Çünkü sessizlik, bastırılmış düşünceleri, ertelenmiş duyguları, çöpe atılmış cümleleri geri getirir.

İşte bu yüzden çoğumuz, tek başımıza kaldığımız anda hemen bir şey açarız:

Televizyon, müzik, sosyal medya, dizi, film…

Yeter ki içerdeki sesi duymayalım.

Ben de uzun süre yalnızlığı sadece iki uçta yaşadım:

Ya tamamen kalabalıkların içine karışıyor, ya da kendimi tamamen kapatıp içine kapanıyordum.

İkisinin ortasında, şefkatli bir yalnız kalabilme hâlinin var olabileceğini çok sonra öğrendim.

Yalnız kalabilmek, kendini cezalandırmak değildir.

Kimseye ihtiyaç duymadığını ispat etmeye çalışmak hiç değildir.

Yalnız kalabilmek, kendinle baş başa kalmaya dayanabilmek, kendi varlığına tahammül etmeyi öğrenmektir.

Yalnız hissetmeden yalnız kalabilmek ise şudur:

Tek başınayken, eksik değil, tamamlanmaya açık hissetmek.

Kimse yokken bile kendi kendinin eşlikçisi olabildiğini fark etmek.


Kendime Giden Yollar'ı yazarken, yalnızlık benim için önce bir karanlıktı.

Kalabalıklardan çekilip odama döndüğümde, sessizlik beni rahatlatmıyor; aksine, içimdeki tüm soruları aynı anda yüzüme vuruyordu.

Kendime şunu itiraf etmem gerekti: Ben yalnız kalmayı bilmiyordum.

Tek başınalık, bana hemen şu cümleyi fısıldıyordu: “Demek ki kimse seni istemiyor.”

Oysa zamanla fark ettim ki, yalnızlık denen şeyin iki yüzü var:

Bir yüzü inkâr edilmiş, yaralı çocukluğa bakıyor; “Ben sevilmeye layık değilim.” diyen tarafa.

Diğer yüzü ise, içsel yolculuğa açılıyor; “Ben, benden başka kimsenin dolduramayacağı bir boşluk taşıyorum.” diyen tarafa.

Yalnızlık sadece dış dünyanın bizi terk etmesi değil; bazen bizim kendimizi terk edişimizin de adı.

Kendime Giden Yollar, bu terk edişle yüzleşip, kendi tarafıma yeniden geçmeye çalıştığım bir yolculuğun kaydı aslında.


Yalnızlık Bir Kapı Olabilir mi?

Bir yerden sonra kendime şunu sormaya başladım:

Bu yalnızlık hissi, gerçekten bir ceza mı?

Yoksa iç dünyama açılmış ama yıllarca kapalı kalmış bir kapı mı?

Yalnızlık, eğer sadece “Kimse yok.” diye okursan, elbette ağır gelir.

Ama aynı yalnızlık, “Ben nihayet kendimle baş başayım.” diye okunduğunda, bambaşka bir anlama kavuşur.

Yalnızken:

Kendi sorularını duyarsın.

Kendi kalp atışlarını fark edersin.

Bir başkasının beklentisine göre değil, içinden geçen hâle göre davranma ihtimalin artar.

Kalabalık içindeyken çoğu zaman başkalarının ritmine uymak zorundasın.

Yalnızken kendi ritmini ilk kez fark edersin.

Belki biraz yavaşsın.

Belki yıllardır acele etmişsin.

Belki başkalarına göre çok suskunsun ama kendi içindeki sözler henüz yeni yeni oluşuyor.

Yalnızlık, işte bu ritmi ilk kez duyman için açılmış bir alan olabilir.


Eğer kalabalıkların ortasında yalnız hissediyorsan, bu hisse bakarken kendini suçlamaya çok meyillisin muhtemelen:

“Ben niye böyleyim?”

“Niye herkes gibi olamıyorum?”

“Niye mutlu hissetmiyorum?”

Belki sorun, “senin bozuk olman” değildir.

Belki sorun, senin inceliğine, kırılganlığına, derinliğine uygun alan bulamamandadır.

Kalabalıklarda yalnız hissetmek, her zaman uyumsuzluk değildir.

Bazen, ruhunun sana sessizce söylediği bir cümledir:

“Ben burası için fazla derinim.

Ben bu gürültüye göre fazla hassasım.

Ben sadece bu kadar yüzeyde yaşamak için yaratılmadım.”

Bunu duyduğun anda, yalnızlık artık sadece karanlık bir kuyu değil; içine inmen gereken bir kuyuya dönüşür.

Bu, bozulduğunun değil; çağrıldığının işaretidir.


Yalnız kalmayı kendine karşı bir şefkat gibi düşünmelisin...

Yalnız kalmayı ceza gibi görmekten vazgeçtiğinde, onu kendine verdiğin bir hak, bir hediye, bir şefkat alanı olarak görmeye başlayabilirsin.

Kendi kendine kalabildiğin anlar, şunları demenin başka bir yoludur:

“Kendimle vakit geçirmeye değerim.”

“Benim iç sesim de dinlenmeyi hak ediyor.”

“Ben, başkalarıyla var olduğum kadar, kendi başıma da varım.”

Yalnız kalmayı öğrenmek, kendi varlığını ciddiye almaktır.

Kendi zamanına saygı duymaktır.

Kendini sadece başkalarının gözünden değil, kendi gözünden de görmeye niyet etmektir.


Yalnızlık, kendine giden yollardan biridir...

Yalnızlık, kaçtığımız sürece peşimizi bırakmayan bir gölge gibi.

Onunla oturup konuşmayı, ona bir soru sormayı, onu dinlemeyi reddettikçe, daha da büyüyor.

Ama bir gün durup şunu sorarsan:

“Bu yalnızlık bana ne söylemeye çalışıyor?”

işte o zaman gölge, yavaş yavaş şekil almaya başlıyor.

Belki şunu fısıldıyordur:

“Artık başkalarının hayatında rol kapmaya çalışmayı bırak. Kendi hayatında başrolünü hatırla.”

Yalnızlık, sandığın gibi hep karanlık bir oda olmayabilir.

Doğru yerden bakarsan, kendine açılmış bir kapıdır.

Yalnız hissetmeden yalnız kalabilmeyi öğrenmek, kendi varlığını, kendi sesini, kendi iç dünyanı hafife almamayı öğrenmektir.


Ve belki de Kendime Giden Yollar dediğim şey, en çok da şudur:

Kalabalıktan değil, kendimden kaçmayı bırakıp, yalnızlıkla aramda yeni bir ilişki kurmak.

Ceza gibi değil, çağrı gibi...

Eksiklik gibi değil, başlangıç gibi...

ree

 
 
 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

© 2025 Feroz Anka – FA Editions. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page