Kendime Giden Yollar: Bu Kitabın Hikâyesi ve Onu Başlatan Yara
- Feroz Anka
- 3 gün önce
- 4 dakikada okunur
Her kitabın görünen bir kapağı, bir de kimsenin bilmediği iç kapakları vardır.
Raflarda duran hâliyle gördüğün, sadece dış hikâyesi.
Ben bu satırlarda, Kendime Giden Yollar'ın dış hikâyesini değil, iç hikâyesini anlatmak istiyorum.
Bu kitabın nerede yazıldığı değil; hangi duygunun içinden doğduğu.
Hangi masada oturulduğu değil; hangi yarayı taşırken kaleme alındığı.
Çünkü bu kitap, “iyi bir fikir” olduğu için yazılmadı.
Bu kitap, içimde uzun yıllar sessizce kanayan bir yerde, kan artık durmadığı için yazıldı.
Kendimden kaçarken kendime çarptım...
Uzun bir süre, kendime giden yolları aramadım.
Ben, kendimden kaçmanın yollarını arıyordum.
Daha çok çalışmak, daha çok üretmek, daha çok meşgul olmak, daha çok “gerekli” görünmek…
Ne kadar doluysam o kadar iyi hissedeceğimi sandım.
Oysa içimde, ısrarla susmayan bir ses vardı:
“Bu hayatın içinde sen neredesin?”
Bu soruyu bastırmak için ne kadar uğraştıysam, o kadar büyüdü.
Gündüz kalabalıklarda kayboluyordum; geceleri yalnız kaldığımda, bütün kalabalıklar üstüme çöküyordu.
Bir gün geldi, kaçacak yer kalmadı.
Takvimde sıradan görünen ama içimde çoktan kırılma noktası olan bir gün.
Kendimden kaçarken, kendime çarptığım gün.
İşte Kendime Giden Yollar o çarpmanın şokuyla başladı.
Bu kitabı aslında kime yazdım?
Dışarıdan bakıldığında bu kitap, okura yazılmış gibi duruyor.
Gerçekte ise, önce kendime yazdım.
Yıllarca içimde taşıyıp da bir türlü cümleye dökemediğim bir “ben” vardı.
Konuşursam yanlış anlaşılırım, açık olursam sevilmem, kırgınlığımı söylersem “abartıyor” derler diye susturduğum bir ben.
Kendime Giden Yollar, o susmuş benle yeniden tanışma çabasıydı.
Onu ilk kez ciddiye alma, ilk kez dinleme, ilk kez “hikâyen anlatılmaya değer” deme denemesiydi.
Evet, bu kitabı okuyan herkese bir şey söylemek istiyorum; ama ilk önce kendi omzuma dokunmak istedim:
“Ben seni duyuyorum.
Yıllarca sustun, şimdi istersen konuşabilirsin.”
Bu kitap, kendini yıllarca ertelemiş bir insandan, kendini ertelemiş herkese yazılmış bir mektup gibi.
Ama mektubun ilk alıcısı, bizzat kendimdim.
Onu başlatan yara ise, kendimi terk ederek yaşamaya alışmamdı.
Bu kitabın başladığı yer, büyük bir olay değil; büyük bir fark ediş.
Şunu fark ettim:
Ben, hayatım boyunca pek çok şeye sadık kalmaya çalışırken, en çok kendimi yarı yolda bırakmışım.
Kendimi yarı yolda bırakmanın yüzlerce biçimi vardı:
İstemediğim hâlde “tamam” demek.
Yorulduğum hâlde “hallederim” diye diretmek.
Kırıldığım hâlde “önemli değil” deyip yutmak.
Yanlış bir yerde durduğumu bildiğim hâlde, “alıştım” deyip kalmak.
Bütün bunlar, tek bir şey söylemenin dolambaçlı yollarıydı aslında:
“Kendim o kadar önemli değil.”
İşte bu cümle, içimde asıl kanayan yaraydı.
Ve ben bu yarayı yıllarca “fedakârlık” zannettim.
Kendime Giden Yollar, tam da bu yüzden sadece bir içsel yolculuk anlatısı değil; kendini terk etmeye alışmış bir insanın, kendi tarafına geri dönme çabası.
Masamda bir sessizlik belirdi; cümlelerden önce gelen çöküş gibi...
Bu kitabın ilk cümleleri kâğıda kolay dökülmedi.
Yazmaktan çok, uzun süre sadece baktım.
Boş sayfaya, boş duvarlara, boşluğun içinden geçen kendi hâlime.
Masaya oturduğumda, “bir kitap yazayım” diye oturmadım.
“Ben nereye kayboldum?” diye oturdum.
Bu yüzden Kendime Giden Yollar'ın ilk satırlarının altında, yazıdan daha çok sessizlik birikti.
Söyleyemediğim her şey, önce içimde ağırlaştı; sonra yavaş yavaş cümleye dönüşmeye başladı.
Bazen tek satır yazdım, günlerce bakakaldım.
Bazen iki sayfa yazdım, sonra hepsini silmek istedim.
Çünkü bu kitapta saklanacak yer bırakmak istemiyordum.
Kendime bir söz verdim:
“Burada yalan söylemeyeceksin.
Burası, en azından burası, kendinden saklanmayacağın bir yer olacak.”
Bu söz, yazarlık niyetinden çok, insan kalma çabasıydı.
Benim dünyamda, içsel yolculuk ve din birbirinden kopuk iki ayrı alan değil.
Tam tersine, biri diğerini sürekli çağıran iki hat gibi.
Kendime Giden Yollar'ı yazarken, bazı ayetler içimde bambaşka bir yankı buldu.
Kalbin daralmasından, kendini yalnız hissetmekten, yeryüzünde “yurt arayan” insandan, içine dönüp kendini sorgulayan kuldan bahseden ayetler…
Yıllarca anlamını “bilgi” düzeyinde bildiğim cümlelerin, bir anda halime dokunduğunu fark ettim.
Bir noktada şunu hissettim:
Ben kendime gelmeye çalışırken, aslında Rabb'imin bana konuşma biçimlerini de yeniden duymaya başlıyorum.
Bu kitap, o yüzden sadece içsel bir terapi metni değil; aynı zamanda, insanın kendi acısıyla, kendi eksikliğiyle, kendi yalnızlığıyla birlikte Yaradan'a dönmeye çalışmasının da kaydı.
Gösterişli ritüellerin değil, sessiz odaların, uzun yürüyüşlerin, uykusuz gecelerin, kalpten fışkıran kırık duaların kitabı bu.
İnsanın kendine dönmesi, sandığımız kadar romantik bir süreç değil.
Hatta çoğu zaman, oldukça sarsıcı yan etkileri var.
Kendime Giden Yollar'ı yazarken,“Ben aslında ne istiyorum?” sorusuna verdiğim dürüst cevaplar, hayatımdaki bazı dengeleri bozdu.
Eskiden sessizce kabul ettiğim şeyleri reddetmeye başladım.
Sırf idare olsun diye sürdürdüğüm bazı bağların çoktan bitmiş olduğunu fark ettim.
Belki yıllardır üzerini örttüğüm çatlaklar açığa çıktı.
Bütün bunlar olurken şunu gördüm:
Kendine giden yol, kimi zaman senden bazı şeyleri alarak başlıyor.
Alınan her şey kayıp değil, bazen yük.
Bu kitabın satır aralarında, sadece içe doğru yürümek yok; aynı zamanda bazı yollardan geri çekilmek, bazı kapıları kapatmak, bazı rollerden vazgeçmek de var.
Ben itiraf edeyim, sen kendine bak...
Kendime Giden Yollar'ı yayımlama fikri ilk aklıma geldiğinde, büyük bir tereddüt yaşadım.
“Bu kadar içimi açmaya hazır mıyım?” diye sordum kendime.
Sonra fark ettim ki, bu kitap aslında tek taraflı bir açılma değil.
Ben bir şeyleri itiraf ederken, okur da kendine bakmaya davet ediliyor.
Bu, aramızda gizli bir sözleşme olsun:
Ben kendi yalnızlığımı, kırılganlığımı, rol yaptığım yerleri, sustuğum cümleleri, içimde taşıdığım karanlıkla yüzleşme çabamı dürüstçe anlatacağım.
Sen de istersen, bu satırları okurken kendi hayatına şöyle bir bakakal:
“Ben nereye saklandım, nerede kayboldum, nerede kendimi yarı yolda bıraktım?”
Bu kitabın amacı, sana “nasıl yaşaman gerektiğini” öğretmek değil.
Sadece, “sen zaten içinden içinden biliyorsun, hadi onu ciddiye al” demek.
Kendime Giden Yollar mucize vadeden bir kitap değil.
Hayatını bir gecede değiştirmeyecek, tüm yaralarını bir anda kapatmayacak.
Ama belki şunu yapacak: Yaranın yerini seninle birlikte işaret edecek.
Benim için yaptığı şey buydu.
“Burada canın acıyor.” dedi.
“Sen bunu yıllardır görmezden geliyorsun.” dedi.
“Bu şekilde yaşamaya devam edersen, içten içe eriyeceksin.” dedi.
Eğer bu kitabı eline aldıysan, belki senin içinde de buna benzer bir ses çoktan uyanmıştır.
Ben sadece o sesi biraz daha görünür kılmak istedim.
Bugün geriye dönüp baktığımda, Kendime Giden Yollar'ı tek cümleyle şöyle tarif edebilirim:
Bu kitap aslında bir “yara günlüğü.”
Yaranın nasıl açıldığını, nasıl görmezden gelindiğini, nasıl kanamaya devam ettiğini, ve bir gün nihayet kabul edildiğini anlatan bir günlük.
Tamamen iyileşmiş birinin soğukkanlı anlatımı değil; hâlâ iyileşme hâlinde olan birinin kaydı.
Belki bu yüzden, bu kitabın en dürüst cümlesi şudur:
“Ben kendime giden yolları buldum.” diyemem.
Ama şunu diyebilirim:“Artık kendimden kaçmıyorum.”
Ve bazen, bir insanın kendine yapabileceği en büyük iyilik, mükemmel yolu bulmak değil, hiç olmazsa kaçmayı bırakmaktır.
Kendime Giden Yollar, tam da bu noktada doğdu.
Onu başlatan yara hâlâ içimde bir yerde duruyor; ama artık gizli değil, ve bir adı var.
Ve insan, adını koyduğu her şeyle daha sahici bir ilişki kurabiliyor.
Belki sen de bu satırları okurken kendi yarana şöyle fısıldarsın:
“Ben de seni görmeye hazırım.
Çünkü belki, benim yolum da tam buradan başlıyor.”






Yorumlar