top of page
  • Twitter
  • Facebook

Kendi Karanlığımın İçinden Geçmek: Kendini Bulma Yolunda Gölge Çalışması

  • Yazarın fotoğrafı: Feroz Anka
    Feroz Anka
  • 3 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Bize küçükken hep ışığı anlattılar.

“İyi ol.” dediler.

“Güzel düşün.” dediler.

“Temiz kalpli ol.” dediler.

Ama hiçbirimiz, içimizdeki karanlıkla ne yapacağımızı öğrenmedik.

Kıskançlıkla, öfkeyle, kırıcı taraflarımızla, bastırılmış arzularımızla, içimizden geçen “ayıp” düşüncelerle, “böyle olmamalıyım” dediğimiz yanlarımızla…

Onları görmezden gelmemiz beklendi.

Sanki yokmuş gibi davranmamız istendi.

Biz de öyle yaptık: Üstünü örttük.

Ama karanlık, üstünü örttüğün yerde kaybolmuyor.

Orada, içerden içeriye işlemeye devam ediyor.

Kendime Giden Yollar tam da bu yüzden sadece aydınlık taraflarımla değil, gölge yanlarımla da yüzleştiğim bir yolculuğun adı.


İçimizde sakladığımız karanlıklıklar...

Uzun süre kendime hep şöyle bakmaya çalıştım:

“Ben iyi niyetli biriyim. Kimseye zarar vermek istemem. Kimseyi kırmamaya çalışırım.”

Bunların içinde yalan yoktu.

Ama eksik bir şey vardı: Ben sadece iyi niyetli değildim.

Ben aynı zamanda kıskanan, öfkelenen, içten içe kırgınlık besleyen, bazen bencilleşen, bazen zarar verme arzusu duyan biriydim.

Bunu yazmak bile yıllar önce göğsümde ağır bir utanç gibi dururdu.

Çünkü kafamda şöyle bir kalıp vardı:

“Eğer içimde böyle duygular varsa, ben kötü bir insanım.”

Oysa bugün şunu anlıyorum: İnsanın içinde hiç karanlık yoksa, o insan yok demektir.

Var olan her şeyin gölgesi var.

Yeterince ışık alıyorsa, yeterince gölge de düşüyor demektir.

Benim sorunum, karanlığımın varlığı değil; onunla ne yapacağımı bilmememdi.


“Böyle Olmamalıyım” dediğimiz taraflarla yüzleşmeliyiz...

Hepimizin içinde, kimseye göstermediği bir oda var.

O odada aklımıza düşüp hemen uzaklaştırdığımız düşünceler, “Keşke böyle hissetmeseydim.” dediğimiz duygular, kendimizi yakalayıp utandığımız dürtüler duruyor.

Benim için bu oda utançla kaplıydı.

Birine içten içe kırıldığımda, bir başkasının sahip olduğuna imrenip incindiğimde, bencilleştiğimde, yargıladığım biriyle aslında ne kadar benzeştiğimi fark ettiğimde hemen kendime saldırıyordum:

“Sen nasıl böyle düşünebilirsin?”

“Bu sana yakışıyor mu?”

“Demek gerçek yüzün bu.”

Gölge yanımla ilk karşılaştığım dönem, bu saldırılardan yorulduğum dönemdi.

Bir yerden sonra şunu fark ettim:

Ben, karanlığımla kavga ederek değil, onu görmezden gelerek kendimi durmadan ikiye bölüyordum.

Bir ben “olması gereken” bendim, diğeri ise gizlice yaşayan, saklanmış, suçlu ilan edilmiş bendim.

Ve günün sonunda içimdeki savaş hiç bitmiyordu.


Kendime Giden Yollar ve karanlıkla ilk karşılaşmalar...

Kendime Giden Yollar'ı yazarken, bazı satırlar elim titreyerek kâğıda döküldü.

Çünkü ilk kez yüksek sesle şunu kabul ediyordum:

“Ben sadece iyi yanlarımdan ibaret değilim.”

Yazdığım bazı cümleler, benim bile duymaya alışık olmadığım itiraflar taşıyordu.

Kıskançlıklarımı, kırgınlıklarımı, içten içe kurduğum küçük intikam hayallerini, söyleyemediğim öfkeleri, kendime bile itiraf edemediğim zayıflıkları yakalıyordum.

İlk başta bunları görmek çok canımı yaktı.

Kendime şöyle baktım:

“Ben sandığım kadar temiz biri değilmişim.”

Sonra şu soru geldi:

“Peki, temiz dediğin şey ne?

İçinde hiç karanlık olmayan biri mi?

O nasıl bir insan?

Var mı gerçekten?”

Bu soruyla birlikte, içimden yeni bir ses doğdu:

“Karanlığın var diye kirli değilsin. Karanlığınla ne yaptığın belirleyecek seni.”

İşte gölgeyle yüzleşmeye böyle başladım.

Onu yok sayarak değil, varlığını kabul ederek.


Gölge çalışması, benim için ne demek?

Benim için gölge çalışması, teorik bir kavram değil; çok pratik ve acıtan bir bakma hâli.

Şunu yapmak demek:

Kendime itiraf edebilmek.

“Evet, burada kıskandım.”

“Burada haksızdım.”

“Burada bencil davrandım.”

“Burada sadece sevilmek istediğim için bu rolü oynadım.”

Ve bunu söylerken kendimi yerin dibine batırmamaya çalışmak.

Gölge çalışması, kendini temize çıkarmaya çalışmak değil.

Tam tersine, kendini tam göremediğin yerleri de dürüstçe aydınlatmak.

Bu, ruhsal bir yüzleşme olduğu kadar psikolojik bir olgunlaşma da.

Çünkü insan, kendi karanlığını sahiplenmeye başladığında, başkalarının karanlığına karşı da daha az acımasız oluyor.

“Ben asla böyle yapmam.” cümlesi yavaş yavaş “Benim de karanlık taraflarım var.” cümlesine dönüşüyor.

Bu da yargıyı azaltıp anlayışı arttırıyor.


Utançla yan yana oturmayı öğrenmek gerekir.

Utanç, gölgeyle yüzleşmenin en ağır duygularından biri.

İnsana “Sen yanlışsın.” diyen bir ses gibi.

Ben uzun süre utançtan kaçtım.

Bazı davranışlarımı hatırlamamak için zihnimi meşgul ettim, bazı duygularımı hissetmemek için sürekli üretmeye, çalışmaya, güçlü görünmeye sarıldım.

Sonra bir gün, kaçmanın hiç işe yaramadığını fark ettim.

Utanç, kovdukça geri gelen, susturdukça büyüyen bir misafir gibiydi.

Gölge çalışmasının bir adımı da şuydu:

Utancımla yan yana oturmayı göze almak.

“Evet, bunu yaptım, bundan utanç duyuyorum.

Evet, bu düşünce içimden geçti ve bu beni korkutuyor.

Ama ben sadece bundan ibaret değilim.”

Kendime böyle dediğimde, utanç beni yakıp kül etmek yerine, içimde bir yumuşama başladı.

Çünkü utanç, görüldüğünde ve adlandırıldığında, yıkıcı bir güç olmaktan çıkıp, dönüşmek için bir çağrıya dönüşüyor.


Peki, karanlığın altındaki asıl ihtiyaç neydi?

Kendi karanlığıma her baktığımda, altında aslında çok tanıdık şeyler gördüm.

Sevilme isteği.

Görülme arzusu.

Değerli olma ihtiyacı.

Kaybolmaktan duyulan korku.

Öfkenin altında kırılganlık, kıskançlığın altında eksiklik duygusu, kontrol etme arzusunun altında çaresizlik yatıyordu.

Gölge yanlarımla çalışmak, bu duyguları “kötü” diye damgalamaktan vazgeçip, “Ben burada neye açım?” diye sormayı öğrenmekti.

Karanlığın içinden geçmek, orada sonsuza kadar kalmak demek değil.

Tam tersine, karanlığın içinden geçmeden ışığın ne olduğunu tam anlamıyla bilmiyorsun.


Peki, sen karanlığınla ilk ne zaman yüzleştin?

Bu satırları okurken belki senin de zihninde bazı sahneler canlanıyor.

Kendinle gurur duymadığın bir davranışın, kimseye anlatmadığın bir düşüncen, yıllardır hatırlamak istemediğin bir anın…

Belki içinden şöyle diyorsun:

“Bunları hatırlamak bile istemiyorum.”

Haklısın, kolay değil.

Ama kendine şu soruyu sormanı isterim:

Karanlığınla ilk yüzleştiğin an hangisiydi?

Hangi yaşta, hangi cümlede, hangi olayda “Ben sandığım kadar masum değilim.” diye içinden geçirdin?

Ve o andan sonra kendine nasıl davrandın?

Kendini tamamen reddettin mi?

Yoksa bugün, o hâlini de içine alacak bir merhamet alanı açmaya hazır mısın?


Belki gölge çalışması tam olarak şu cümlede başlıyordur:

“Ben sadece hikâyemin parlak sayfalarından ibaret değilim. Ama karanlık sayfalarım da, beni benden alıp yok etmek için değil, beni kendime daha dürüst kılmak için yazıldı.”


Kendi karanlığının içinden geçmek, kendini kaybetmek değil.

Tam tersine; en sakladığın taraflarını bile yanında taşıyabildiğin bir bütünlüğe doğru yürümek.

Ve belki de Kendine Giden Yollar, her zaman aydınlık patikalardan değil, bazen adım atmaya çekindiğin o karanlık koridorlardan geçiyor.

ree

 
 
 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

© 2025 Feroz Anka – FA Editions. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page