top of page
  • Twitter
  • Facebook

Hakikatin Coğrafyası’nı Neden Yazdım? – Mekânlar Üzerinden Anlam Arayışı

  • Yazarın fotoğrafı: Feroz Anka
    Feroz Anka
  • 3 gün önce
  • 3 dakikada okunur

Hakikatin Coğrafyası’nı yazarken masamda pasaport, önümde uçuş listeleri yoktu.

Ne “gitmek” planım vardı ne de “gezi rehberi” olma niyetim.

Bu kitap, haritaların çoğaldığı ama yön duygusunun kaybolduğu bir çağın içinden yazıldı.

Ekranlarda dünya büyüdükçe, içimdeki dünya daralıyordu.

Bir yerden sonra şunu fark ettim:

Sorun dünyanın büyük olması değildi; sorun, anlamın küçülmesiydi.

Ve ben, bu küçülen anlamın izini yeryüzünün üzerinde sürmeye karar verdim.


Bir fikirle değil, bir çatlakla başladı...

Hakikatin Coğrafyası bir “iyi fikir” değildi.

Hiçbir zaman pazarlama cümlesi olarak kurulmadı.

Önce içimde bir cümle kırıldı:

“Biz bu kadar çok yere bakıyoruz, ama nereye ait olduğumuzu gerçekten biliyor muyuz?”

Gündelik hayat akarken; telefon bildirimleri, haber başlıkları, savaş görüntüleri, afetler, krizler…

Bütün dünya gözümün önünden hızla geçiyordu ama içimde tek bir soru kalıyordu:

“Bu yeryüzünün hakikatle kurduğu bağ nerede saklı?”

Benim için “manevi yolculuk” artık bir teknik, bir yöntem ya da kişisel gelişim paketinin adı değildi.

Asıl soru şuydu:

Yeryüzünü sadece harita olarak gördüğüm sürece, kendi içimdeki hakikatle gerçek bir bağ kurabilir miydim?

Hakikatin Coğrafyası, işte o içsel çatlağın içinden doğdu.


Dikkatli bakarsan; yeryüzü aslında sadece harita değil, bir hafızadır...

Bir noktadan sonra şehirler bana “nüfus, ekonomi, turizm” üzerinden konuşmamaya başladı.

Bambaşka bir yerden fısıldamaya başladılar.

Her coğrafyanın kendine ait bir hafıza taşıdığını hissettim.

Her şehrin insanlığın bilinçaltında bir cümle gibi durduğunu, her nehrin yüzyıllardır sorulmuş ama tam cevap bulamamış bir soru gibi aktığını, her dağın insana yön soran bir kavram hâline geldiğini gördüm.

Bu kitabı yazarken yeryüzünü bir “yer listesi” olarak değil, bir hafıza atlası olarak okumaya başladım.

Bu yüzden Hakikatin Coğrafyası ne bir gezi yazısıdır ne de klasik bir tarih anlatısı.

Bu kitap, mekânı bahane edip insanın içindeki boşluğa bakma çabasıdır.

Çünkü asıl içsel yolculuk, kimi zaman hiç yer değiştirmeden, sadece bakışını değiştirerek başlar.


Haritalar çoğaldı, ancak yön duygusu kayboldu...

Bugün hepimizin cebinde haritalar var.

GPS’siz şehirde dolaşamayan ama kendi kalbine giden yolu bilmeyen bir insanlık hâli içindeyiz.

Bir gün şunu fark ettim:

Dünyanın her yerine gitmeyi konuşuyoruz ama nereye yöneldiğimizi pek sormuyoruz.

Uçaklarımız daha hızlı ama kalbimiz daha yorgun.

Yollarımız daha geniş ama ruhumuz daha sıkışık.

“Dünya küçük” diyoruz ama aramızdaki hakikat mesafesi hiç bu kadar büyük olmamıştı.


Hakikatin Coğrafyası’nı, “dünyayı gezmek isteyenlere” değil, “artık hiçbir yere ait hissetmeyenlere” yazdım.

Çünkü gerçek anlam arayışı, insanı coğrafyadan koparmadan, tam tersine yeryüzüyle ilişkisini yeniden kurarak başlar.

Bu kitapta sormaya çalıştığım soru buydu:

“Yeryüzüyle bağın koptuğunda, hakikatle bağını gerçekten koruyabilir misin?”


Mekânlar üzerinden hakikat aramaktı niyetim...

Hakikatin Coğrafyası’nda yaptığım şeyi tek cümleyle söyleyebilirim:

Mekânları, insanın içindeki hâllerin aynası gibi okumaya çalıştım.

Mezopotamya’ya bakarken sadece bir medeniyeti değil; ilk sorulan soruları, ilk inkârları, ilk teslimiyetleri düşündüm.

Kudüs’ü yazarken taşların arasına sıkışmış duaları, çatlamış adalet hissini ve hiç tam iyileşmeyen bir yaranın zonklamasını konuştum.

Mekke ve Medine’yi yalnızca ibadet merkezleri değil, kalbin kıbleyi öğrendiği mekânlar olarak gördüm.

Sürgün şehirlerini anlatırken, bugün içimizde taşıdığımız görünmez sürgün duygusunu takip ettim.

Benim için bu, elbette bir manevi yolculuktu; ama “yüksek deneyimler” peşinde koşan, egzotik ve parlatılmış bir ruhsallık değildi.

Tam tersine, çok somut, çok topraklı, çok insani bir yolculuktu.

Bir şehrin sokaklarında yürürken, aynı anda kendi içimde dolaşmak istedim.

Hakikatin Coğrafyası, bu çift yönlü yürüyüşün kitabı oldu:

Bir ayağı yeryüzünde, bir ayağı iç dünyada olan bir yürüyüş.


Bu kitap kime yazıldı sandım, kime döndü?

Başta bu kitabı, yeryüzünü ve tarihi seven okurlara yazdığımı sandım.

Haritalara bakan, belgesel izleyen, medeniyet okumaları seven o meraklı bakışa hitap ettiğimi düşündüm.

Ama yazdıkça fark ettim ki, bu kitap aslında başka birine dönüp duruyordu:

Odası dağınık ama zihni daha da dağınık olana.

Haritalara bakıp “gitsem düzelir miyim?” diye içinden geçiren ama gittiği her yerden kendiyle geri dönenlere.

İçinde “bir yere ait olma” ihtiyacı büyüyen ama bunun adını koyamayanlara.

Bugün geri dönüp baktığımda, Hakikatin Coğrafyası’nı en çok, içsel yolculuğa cesaret etmek isteyen ama nereden başlayacağını bilmeyen kişiye yazdığımı görüyorum.

Bir gezi hayali kurmadan önce, bir “iç yön” arayan herkese…


Hakikatin Coğrafyası benim hayatımda neyi değiştirdi?

Bu kitabı yazmak benden bazı şeyleri aldı.

Bazı konfor alanlarımı, bazı kesin yargılarımı, bazı “ben bunu bilirim” diye güvenle tuttuğum yerleri.

Çünkü yazma sürecinde, hem modern dünyanın rahatsız edici sorularıyla hem de kendi inanç ve teslimiyet anlayışımla yeniden yüzleştim.

Karşılığında bana başka şeyler bıraktı:

Yeryüzüne daha dikkatli bakma alışkanlığını.

Mekânı, duygunun ve imanın dili gibi okuma becerisini.

“Hiçbir yer nötr değildir” cümlesinin ağır ama gerçek tesellisini.

Artık bir haber görüntüsünde yıkılmış bir şehir gördüğümde sadece “savaş”ı değil; orada yarım kalmış duaları, kopmuş bağları ve bizim bugünle kurduğumuz sorumluluk ilişkisinin ağırlığını duyuyorum.

Hakikatin Coğrafyası, benim için yeryüzüyle yeniden imanî bir bağ kurma denemesi oldu.


Hakikatin Coğrafyası, “dünyayı gez, kendini bul” klişesinin kitabı değil.

“Haritalar güzel, hayat zor” diye iç çeken bir umutsuzluğun kitabı da değil.

Bu eser, yeryüzünü bir hakikat aynası olarak görme çabasının; eksik, kırık ama samimi bir kaydı.

Eğer sen de kendi içinde bir anlam arayışı, bir içsel yolculuk ihtiyacı taşıyorsan, belki bu kitap eline bir pusula uzatmayacak. Ama belki şunu fısıldayacak:

“Yeryüzüne yeniden bak. Belki hakikatin coğrafyası, sandığından daha yakındır.”
ree

 
 
 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

© 2025 Feroz Anka – FA Editions. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page