top of page
  • Twitter
  • Facebook

Bu Kitap Hangi Boşluktan Doğdu? – Boşluğun Çizgileri’nin İlk Çatlağı

  • Yazarın fotoğrafı: Feroz Anka
    Feroz Anka
  • 4 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Bu kitabı bir fikirle değil, bir çatlakla yazdım.

Önce içimdeki dünya kırıldı, sonra cümleler döküldü.


Gerçekten de soru şu: Boşluğun Çizgileri hangi boşluktan doğdu?

Yıllarca peşimi bırakmayan tek bir his vardı:

Her şey dolu görünüyordu ama ben, tam tersine, içsel bir boşluk hissediyordum.

Takvim doluydu.

Ajanda doluydu.

Ekranlar doluydu.

Bildirimler, hedefler, yapılacaklar listeleriyle örülü bir hayat…

Ama gecenin bir yerinde, herkes sustuğunda, ışıklar kapandığında, o tanımlayamadığım şey geri geliyordu:

“Bu kadar çok şey varken, neden hiçbir şey yetmiyor?”

Boşluğun Çizgileri, işte o “yetmeyenlerin” içinden çıktı.


Bu kitap, bir başarı hikâyesinin değil; bir anlam arayışının yan ürünüdür.

“Hayat dolu dolu yaşanmalı” cümlesini yutan,

ama içinden “Doluluk ne demek?” diye fısıldayan bir sesin kitabı.

Ben o sesi susturmak için yazmadım.

Tam tersine, onunla kalabilmek için yazdım.

Bugünün insanına baktığımda – ki o insanın içinde ben de varım – şunu gördüm:

Her şey hakkında bilgisi olan,

her yerle bağlantısı olan ama kendisine yabancılaşmış bir modern insan.

Dikkatini her an çeken binlerce şey var;

ama dikkatini gerçekten hak eden neredeyse hiçbir şey yok.

Sürekli “online”, sürekli “meşgul”, sürekli “yeterince değil” hissi…

Ve bir gün fark ettim:

O büyük yorgunluğun adı, aslında “çok iş yapmak” değildi.

Adı konmamış bir içsel boşluktu.

İşte Boşluğun Çizgileri tam bu yerde doğdu:

Doluymuş gibi görünen bir hayatın, içten içe boşluk sesi çıkarmasını anlamaya çalışırken.

Bu kitabı, kendi kendine şu soruyu soran herkes için yazdım:

“Benim hayatım gerçekten bana mı ait, yoksa sadece bana giydirilmiş bir senaryo mu oynuyorum?”

Beni en çok rahatsız eden şeylerden biri şuydu:

Yaşadığımızın kendisi yerine, yaşadığımızın temsilleri ile yaşamamız.

Paranın, gerçek ihtiyaçtan daha önemli hale gelmesi…

Zaman kavramının, “dakika” ve “verimlilik”e indirgenmesi…

Benliğin, “profil”, “özgeçmiş”, “marka”, “imaj” diye parçalara ayrılması…

Uzun süre şunu fark etmeden yaşadım:

Ben hayatın kendisiyle değil, hayatın “haritası” ile yaşıyordum.

Bankadaki rakam, gerçek güvenin haritasıydı.

Aldığım onaylar, sevildiğimi sanmamın haritasıydı.

Ünvana, role, etiketlere tutunmam, kim olduğumu bildiğimi sanmamın haritasıydı.

Ama harita ne kadar ayrıntılı olursa olsun, arazinin kendisi değildi.

İşte Boşluğun Çizgileri, haritayı buruşturup atmak için değil, elinde haritayla dolaşırken,

“Ben şu an gerçekten neredeyim?” diye sorman için yazıldı.

Çünkü bir gün, içimden çok net bir cümle geçti:

“Gerçeklik, sembollerin ötesindeki sessizlikte saklıdır.”

Bu kitap, o cümlenin peşinden giden uzun bir yürüyüştür.


“Neden yazdım?” sorusuna dürüst bir cevap...

Klişe olan cevap şu olurdu: “İçimde birikenleri paylaşmak için yazdım.”

Hayır.

Boşluğun Çizgileri’ni “paylaşmak” için değil, dayanamadığım için yazdım.

Kendime anlattığım bazı yalanlara daha fazla tahammül edemediğim için…

“Ben böyleyim” diye saklandığım maskelerin ardında nefes alamadığım için…

Sembollerin ve kavramların arkasına sakladığım korkularım, suçluluklarım,

şüphelerim artık hiçbir yere sığmadığı için…

Bu kitabı kendimi aklamak için değil; kendimden kaçmayı bırakmak için yazdım.

“Neden yazdım?” sorusunun cevabı, süslü bir cümle değil aslında:

Çünkü yazmasaydım, bu içsel boşluk beni yutacaktı.

Yazmak, o boşluğu doldurmak değil; o boşluğun içine birlikte bakabilmenin tek yoluydu.


Bu kitabı kime yazdım?

Resmî cevap belli: “Okura yazdım.”

Gerçek cevap ise biraz daha çıplak:

Evvela, kendimin farklı yaşlarına yazdım.

Kendini ilk kez yalnız hisseden ergen halime.

“Herkes ilerliyor, ben olduğum yerde sayıyorum,” diyen yirmili yaşlarıma.

Kendini rol ve sorumlulukların içinde kaybetmiş yetişkin halime…

Ve sonra, aslında hiç tanımadığım ama çok iyi bildiğim insanlara yazdım:

Geceleri uyumadan önce tavana bakıp “Bunun anlamı ne?” diye fısıldayanlara.

Başarılı görünüp, içten içe “Ben ne yapıyorum?” diye utananlara.

Spiritüel cümlelere sığınmış ama derinlerinde hâlâ çok “insan” kalmış olanlara.

“Kendime dönmek istiyorum ama nereye döneceğimi bile bilmiyorum,” diyenlere.

Eğer Boşluğun Çizgileri’ni okurken, “Bu satırları sanki benim içimden biri yazmış,” hissine kapılırsan bil ki:

Bu kitabı sana yazdım.

Ama sana “yukarıdan” değil, seninle aynı yerden, aynı boşluğun kenarından yazdım.


Bu kitabı yazmak, sadece masaya oturmak değildi.

Bazen haftalarca hiçbir cümle yazamadım.

Çünkü her yeni bölüm, önce beni sınadı.

“Sembollerin gücü”nden bahsederken, benim sembollerim elimden alındı.

“Benlik ve maskeler”i yazarken, kendi maskelerimle yüzleşmek zorunda kaldım.

“Zaman”ı tartışırken, geçmişte takılı kaldığım anlarla;

“mekan”ı sorgularken, içimde bir türlü gidemediğim yerlere bakmak zorunda kaldım.

Yazmak, teorik bir egzersiz değildi.

Her bölüm, önce hayatımda bir yere çarptı;

bir şeyi kırdı, bir şeyi benden kopardı, bir şeyi bana geri verdi.

Boşluğun Çizgileri, bu yüzden steril bir “felsefe kitabı” değil.

Hayatın tozuyla, pişmanlıklarıyla, susuşlarıyla yazılmış bir metin.


Bu kitabı yazarken şunu fark ettim:

Biz boşluğu hep “doldurulması gereken bir eksik” olarak gördük.

Yeni bir ilişkiyle, daha iyi bir işle, birkaç ruhsal teknikle, birkaç motivasyon cümlesiyle…

Ama hiçbir doluluk, o içsel boşluk duygusunu tamamen susturamadı.

Çünkü belki de mesele, boşluğu doldurmak değil; boşlukla beraber durmayı öğrenmekti.

Boşluğun Çizgileri, tam da bu yüzden yazıldı:

Boşluğu patolojik görmek yerine, varoluşun doğal bir parçası olarak görebilmek için.

Boşluk, bazen hayatın “boşa gittiği” yer değildir.

Bazen, bütün seslerin çekildiği, hakikatin fısıldadığı yerdir.


Bu kitabın yazım sürecinin teknik bir başlangıç tarihi elbette var.

Ama hakiki başlangıç, bir takvim yaprağına değil, bir ana bağlı:

Bir gün, kalabalık bir yerde kendi iç sessizliğimle yüz yüze geldiğim ana.

Etraf kalabalıktı.

İnsanlar geçiyordu, ekranlar yanıyordu, kartlar okutuluyordu;

sesler, ışıklar, reklamlar, hedefler… Her şey “çok”tu.

Ve ben, tam o anda içimden şu cümleyi duydum:

“Burada herkes bir şeyin peşinde. Peki sen, gerçekten neyin peşindesin?”

Cevap veremedim.

İşte ilk çatlak orada oluştu.

Boşluğun Çizgileri, o çatlağın içinden sızan soruların kitabı.

Cevapların gücüne değil, soruların dürüstlüğüne inanan bir metin.

Bu kitap, sana bir cevap değil, bir ayna sunuyor.


Bu blog yazısı,“Boşluğun Çizgileri’ni neden yazdım?” sorusuna,

olabildiğince çıplak bir cevap.

Çünkü içimdeki boşluk artık susmuyordu.

Çünkü semboller ve kavramlar,

gerçekliği taşımak yerine ondan saklanmama sebep oluyordu.

Çünkü modern insanın yorgunluğunu, önce kendimde gördüm.

Ve çünkü bu yorgunluğun altında, henüz adı konmamış bir anlam arayışı vardı.


Eğer bu satırları okurken kendi iç boşluğunla yüzleştiğini hissediyorsan,

bil ki bu metin sana,“Bak, işte çözüm burada,”demek için yazılmadı.

Tam tersine: “Gel, beraber susalım; beraber bakalım; beraber soralım,” demek için yazıldı.


Boşluğun Çizgileri, bir sonucun değil, bir yolculuğun ilk adımıdır.

Bu blog da, o yolculuğun perde arkasındaki ilk itiraftır.


ree

 
 
 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

© 2025 Feroz Anka – FA Editions. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page