İçsel Yolculukta Kaybolmak: Varoluşsal Kriz mi, Spiritüel Uyanış mı?
- Feroz Anka
- 4 gün önce
- 5 dakikada okunur
Bazen insan sadece “Hayat nereye gidiyor?” diye sormaz.
Bir noktadan sonra, daha tehlikeli bir soru gelir:
“Ben nereye kayboldum?”
İçsel yolculuk dediğimiz şey, dışarıdan bakınca romantik görünür.
Mum ışıkları, slogan cümleler, ruhsal uyanış hikâyeleri, “kendini bulmak” üzerine aforizmalar…
Gerçekte ise çoğu zaman böyle başlamaz.
Gerçekte, çoğu kez kayboluşla başlar.
Adını koyamadığın bir ağırlık.
Anlamını yitirmiş cümleler.
Hiçbir yere ait hissetmeme hâli.
Bu yaşadığın şey bir varoluşsal kriz mi, yoksa adına sonradan “spiritüel uyanış” diyeceğin o kırılmanın ilk işaretleri mi?
Ve Boşluğun Çizgileri’nde yürüdüğüm yol, aslında ikisinin birbirinden o kadar da ayrı olmadığını fısıldıyor.
İçsel yolculuk, çoğu zaman bir çöküş gibi başlar.
Bir dönem gelir ve hiçbir şey eskisi gibi çalışmaz.
Aynı işe gidip gelirsin, aynı insanlarla konuşursun, aynı şehirde yaşarsın…
Ama içeride bir şey yerinden oynamıştır.
Eskiden seni taşıyan anlamlar, artık seni tutamaz hâle gelir.
“Bunu niye yapıyorum?” sorusu, bir gün kafanda beliren küçük bir merak değildir artık; göğsünün ortasına yerleşmiş ağır bir taş gibi durur.
İçsel yolculuk, çoğu kez böyle başlar:
Dışarıdan bakınca “her şey normaldir”, ama içeride hiçbir şey yolunda değildir.
Bazen buna depresyon denir.
Bazen anlam krizi.
Bazen “hayatım dağılıyor”, bazen “ruhumu kaybettim” dersin.
Ben Boşluğun Çizgileri’ni tam da böyle bir eşikte yazdım.
Hayatım dışarıdan “işler yolunda” görüntüsü verirken, içimde bir şey çoktan iptal butonuna basmıştı.
Varoluşsal kriz: eski benliğin son direnişidir.
Varoluşsal kriz dediğimiz şey, sadece “moral bozukluğu” değildir.
Daha derine işleyen bir soru yakar içini:
“Bu hayatın gerçekte ne anlamı var?
Ve ben bu oyunun neresindeyim?”
Daha önce ezbere inandığın şeyler, bir anda sorgulanmaya başlar.
İlişkiler, iş, inanç, başarı, hatta iyilik ve kötülükle ilgili kavramların bile…
Kendini, kendi hayatının kenarına itilmiş gibi hissedersin.
Sanki sahnede bir oyun oynanıyordur; senin adın afişte yazıyordur, ama sen kuliste oturmuş neyi, neden oynadığını hatırlamıyorsundur.
Varoluşsal kriz, çoğu zaman şunu fısıldar:
“Bu şekilde devam edemem. Ama nasıl devam edeceğimi de bilmiyorum.”
İşte bu arada kalan yer, insanı en çok zorlayan, en çok incelten, en çok büyüten alandır.
Spiritüel uyanış hikâyeleri, genellikle sadece sonrasını anlatır:
Arınma, huzur, dinginlik, teslimiyet…
Ama önce bir şeyin yıkılması gerekir.
Ve bu yıkım, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman sadece bir “çöküş” gibi görünür.
Spiritüel uyanış: bir ışık değil, önce gelen karanlıktır.
“Spiritüel uyanış” denince, zihnimiz genelde ışıkla dolu imgeler üretir.
Oysa benim tecrübemde uyanış, önce karanlık bir odadan geçer.
Bütün hayatını üzerine kurduğun bazı cümleler çatlamaya başlar:
“Ben böyle biriyim.”
“Hayat böyle olmak zorunda.”
“Bu olmadan yaşayamam.”
O cümleler çökerken, içinde en çok şu duygu büyür:
“Peki o zaman ben kimim?”
İşte bu soru, hem varoluşsal krizin hem de spiritüel uyanışın ortak merkezidir.
Bazen gerçekten bir depresyonun içindesindir; enerjin çekilmiştir, hayattan geri çekilmişsindir, hiçbir şey yapmak istemezsin.
Bazen de, aynı belirtiler, daha derin bir ruhsal arayışın habercisidir.
Boşluğun Çizgileri’nde anlatmaya çalıştığım şeylerden biri şuydu:
Her karanlık dönem uyanışa dönüşmek zorunda değildir.
Ama uyanışların çoğu, karanlıksız gelmez.
Bir şeyi kaybedersin.
Bir inancı, bir rolü, bir insanı, bir kimliği…
Dışarıdan bakınca bu sadece bir “kayıp”tır.
İçeriden bakınca bazen şöyle olur:
Eski bedeninden yavaşça çıkarılıyorsundur.
Anlam krizi: Eski anlam ölür, yeni anlam henüz doğmamıştır.
Anlam krizi, iki dünya arasında sıkışıp kalmak gibidir.
Eski anlam haritan işlemiyordur artık.
“İyi bir iş, iyi bir ilişki, belli bir düzen = iyi bir hayat” denklemi, sana yetmemeye başlar.
Ama yerine koyabileceğin yeni bir denklem de yoktur.
Bu arada, insan en büyük korkularından biriyle yüzleşir:
Boşluk.
Boşluk, çoğu zaman “hiçlik” gibi gelir.
Sanki her şey boşa gitmiş, sanki hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibi.
Oysa bazı boşluklar, eski anlamların yerini boşaltmak için gelmiştir.
Yeni anlam, o boşlukta filizlenmek ister.
Boşluğun Çizgileri’ni yazarken, ben de bu boşluğu sadece “yıkım” olarak görmeyi bırakmaya çalıştım.
Belki de bu, bir davetti:
“Eski anlamlarının cenazesine hoş geldin.
Şimdi, gerçekten kendine ait olan anlamları aramaya var mısın?”
İçsel yolculuk, işte bu noktada başlar.
Başka insanların senin adına seçtiği anlamları bırakıp, kendi anlamını, kendi sesini, kendi yolunu aramaya razı olduğun an.
Ruhsal arayış mı, acıdan kaçış mı?
Burada tehlikeli bir bölge var.
Varoluşsal krizin içindeyken, insan çoğu zaman acıya dayanamaz.
Ve bu çok insanca.
Tam bu noktada, bazı “spiritüel yollar” devreye girer.
Sözler güzeldir, cümleler yumuşaktır, vaad çok caziptir:
Acının üstünü ince bir ışıkla örtmeyi teklif ederler.
“Her şey zaten mükemmel.”
“Acı sadece bir illüzyon.”
“Sen sadece bilincini yükselt, gerisi gelir.”
Oysa bazen acı, sadece “geçiştirilmesi” gereken bir şey değildir.
Bazen o acının içinden geçmek, uyanışın kendisidir.
Ruhsal arayış, acıdan kaçışa dönüşürse, yeni bir maske takmış olursun sadece.
Depresyonun üstüne parlak bir spiritüel vernik sürmek, onu iyileştirmez.
Sadece görünmez yapar.
Benim için uyanış, acıdan kaçmak değil, acıya dürüstçe bakabilmekle başladı.
“Evet, şu anda çok kötü hissediyorum.
Evet, her şey dağılıyor gibi.
Evet, ne yaptığımı bilmiyorum.”
Bu cümleleri kurabildiğim yerde, yeni bir şey sessizce filizlenmeye başladı:
Kendime karşı sahici olma hâli.
İçsel yolculuk: kendine karşı acımasızlıkla değil, şefkatle yürünecek bir yoldur.
İçsel yolculuğa çıktığında, zihnin bazen senden daha acımasız olabilir.
“Bu kadar sorguluyorsan zayıfsın.”
“İçinden çıkamıyorsan gelişmemişsin.”
“Bu kadar acı çekiyorsan demek ki yeterince farkında değilsin.”
Oysa gerçekte, soru sorabilmek cesarettir.
Kendinle yüzleşebilmek cesarettir.
Varoluşsal kriz yaşadığını kabul etmek bile, çoğu insanın hiç cesaret edemediği bir eşiği geçmektir.
İçsel yolculuk, kendini daha çok yargılayarak değil, kendine daha dürüst ve daha merhametli bakarak ilerler.
Kimi zaman bu yolculukta, profesyonel bir desteğe de ihtiyaç duyabilirsin:
Bir terapist, bir danışman, güvendiğin bir rehber…
Bu, “ruhsal olarak zayıf” olduğun anlamına gelmez.
Tam tersine, “Bu yükü tek başıma taşımak zorunda değilim,” diyebilecek kadar insan olduğun anlamına gelir.
Varoluşsal kriz mi, spiritüel uyanış mı?
Belki ikisi de, belki ikisi birden.
Ben artık bu ayrımı fazla keskin görmüyorum.
Varoluşsal kriz, bazen ruhun “Artık böyle devam edemem,” diyen çığlığıdır.
Spiritüel uyanış ise, o çığlığın ardından gelen uzun sessizlikte, yeni bir sesin doğuşudur.
Kriz, seni eski benliğine yabancılaştırır.
Uyanış, seni henüz tanımadığın benliğine yaklaştırır.
İkisi de aynı koridorun farklı kapıları olabilir.
Hangisinden geçtiğini, çoğu zaman ancak geriye dönüp baktığında anlarsın.
Boşluğun Çizgileri benim için, tam da bu koridorda yazılmış bir metindi.
Ne tamamen karanlığı anlatmak istedim, ne de sahte bir ışık hikâyesi kurmak.
Sadece şunu söylemek istedim:
“Eğer kaybolmuş hissediyorsan, içsel yolculuğun başlamış olabilir.
Bu mutsuzluğun, bu anlam krizinin, belki de bir daveti var:
Kendine daha yakından bakma daveti.”
Kaybolmuş hissetmek, her zaman kötü bir haber değildir.
Bu yazıyı, “Her krizin içinde mutlaka muhteşem bir uyanış gizlidir,” demek için yazmıyorum.
Hayat bu kadar basit formüllere sığmıyor.
Ama şunu söylemekten çekinmiyorum:
İçsel yolculuk çoğu zaman, tam da “yanlış gidiyorum” sandığın yerde başlar.
Varoluşsal kriz dediğin şey, bazen ruhunun seni dürtme biçimidir.
Ruhsal arayış, bazen “Artık hiçbir şeye inanmıyorum,” dediğin noktada sessizce başlar.
Eğer bir süredir hiçbir şeye tam olarak ait hissetmiyorsan, hayatın anlamsızlaştığını düşünüyorsan, gün içinde defalarca “Ben ne yapıyorum?” cümlesine takılıyorsan…
Bu sadece bir çöküş olmayabilir.
Bu, seni şimdiye kadar hiç tanımadığın bir “sen”e çağıran kapının gıcırtısı da olabilir.
İçsel yolculuk, sana dışarıdan parlak görünmeyebilir.
Ama bir gün dönüp baktığında, belki de en karanlık sandığın dönem için şunu söyleyeceksin:
“Ben orada kaybolmadım.
Ben orada, ilk kez kendime doğru yola çıktım.”






Yorumlar