Bastırılmış Duyguların Sessiz Arşivi: Bu Kitapta Neleri Konuşmaya Cesaret Ettim?
- Feroz Anka
- 2 gün önce
- 3 dakikada okunur
İçimde Kalanlar'ı yazarken en çok şunu fark ettim:
İçimde sandığımdan çok daha fazla dosya varmış.
Bazılarını biliyordum; yıllardır yanından geçip “sonra bakarım” dediğim klasörlerdi onlar.
Bazıları ise ışık değince ortaya çıkan eski fotoğraflar gibi, adını bile unuttuğum duygular.
“Bastırılmış duygular” denilen şeyin, sadece acı verici anıları değil, konuşmaktan utandığımız sevinçleri bile sakladığını o zaman anladım.
Çünkü bazen mutlu olmaya bile hakkın yokmuş gibi hissedersin.
İşte ben İçimde Kalanlar'da, hem acımı hem de saklanmış sevinçlerimi, yıllardır içimde sessizce bekleyen o arşivi biraz olsun açmaya cesaret ettim.
Bastırılmış duygular: İçimdeki "sonra bakarım" yığını...
Yıllarca duygularımla şöyle bir anlaşma yapmışım:
“Şimdi olmaz.
Zamanı değil.
Sonra bakarız.”
Kırıldığımda susmuşum.
Özlendiğimde belli etmemişim.
Özlediğimde kendimi meşgul etmişim.
Korktuğumda “mantıklı” davranmaya çalışmışım.
Dışarıdan bakıldığında bu, “kontrollü olmak” gibi görünüyor.
İçeriden baktığında ise bunun adı başka: duygusal baskı.
Duygusal baskı, çoğu zaman başkalarından değil, kendimizden geliyor.
“Bu kadar da abartma.”
“Bu kadar hassas olma.”
“Bunu büyütürsen zayıf görünürsün.”
Benim iç sesim, duygularımın üzerine böyle böyle beton dökmüş.
Sonra bir gün, o betonun altında kalan şeyin hâlâ nefes almaya çalıştığını fark ettim.
İşte o gün, yazı masasına geri döndüm.
İçimde Kalanlar'da ilk kez konuşabildiğim duygular...
İçimde Kalanlar’ı yazarken, kendime şu soruyu sordum:
“Bu sayfalarda neleri ilk kez söylemeye cesaret edeceğim?”
İlk kez, kendime karşı duyduğum kırgınlığı bu kadar açık bıraktım.
Hep başkalarına kırılmıştım sanki; yıllarca böyle anlattım.
Oysa en büyük kırılmayı, kendimi yarı yolda bırakırken yaşamıştım.
Bunu ilk defa bu kadar çıplak hâliyle kabul ettim.
İlk kez, bazı “keşke”lerimin aslında hâlâ yasını tutmadığım küçük ölümler olduğunu yazdım.
Bir karar, bir vazgeçiş, bir yapamadığım…
Onlara hiç cenaze töreni düzenlememişim.
“Hayat bu, olur böyle şeyler” deyip geçiştirmişim.
Oysa içimde hâlâ siyah giyen bir taraf varmış.
İlk kez, kendime hep güçlü rolünü biçmenin yorgunluğunu itiraf ettim.
“Dayanıklıyım, toparlarım, idare ederim” cümlelerinin ardında saklanan yorgun çocukla ilk defa bu kadar uzun sohbet ettim.
O çocuk benden şunu istedi: “Bari bu kitapta dürüst ol.”
İşte bastırılmış duygular böyle sızdı metne.
Planlayarak değil, “Artık saklayamayacağım” noktasına geldiğim için.
Duygularla yüzleşmek: Yazının masasında yapılan geç ameliyatlar...
Duygularla yüzleşmek kulağa romantik bir içsel yolculuk gibi gelebilir.
Benim deneyimimde öyle değildi.
Daha çok anestezisiz yapılan bir ameliyata benziyordu.
Bazı paragrafları yazarken boğazım düğümlendi.
Bazı satırlarda ellerim durdu, gözlerim satırların arasına kaçtı.
Bazı cümleleri yazıp sildim, sonra kendime kızıp yeniden yazdım.
Duygularla yüzleşmek, “Ben böyle hissediyorum” demekle bitmiyor.
Asıl soru şuradan geliyor:
“Bu duygudan niye bu kadar utanıyorum?”
Utandığım duygularım olduğunu fark ettim.
Kıskançlık, kırılganlık, değersizlik, yalnız hissetme…
İnsan, kendini sadece acı çektiği için değil, böyle hissettiği için de bazen suçluyor.
Ben bu kitapta, o içsel suçlunun sesini kısmaya, tanığın sesini biraz yükseltmeye çalıştım.
“Evet, böyle hissettim.
Evet, belki abarttım.
Evet, belki yanlış okudum.
Ama yine de hissettim.
Bu da benim gerçeğim.”
Bu cümleyi kabul ettiğim anda, bastırılmış duygular yavaş yavaş dosyadan çıkmaya başladı.
Duygusal iyileşme bir hedef değil, yan etkiydi...
İçimde Kalanlar'ı “duygusal iyileşme” hedefiyle yazmadım.
“İyileşmeliyim” diye masaya otursaydım, muhtemelen daha fazla kilitlenirdim.
Ben bu kitabı, “Ne olursa olsun, artık kendime yalan söylemeyeyim” diyerek yazdım.
İyileşme olduysa da bu, en fazla yan etkiydi.
Duygusal iyileşme, bazen büyük aydınlanmalarla değil, çok küçük kabul anlarıyla geliyor.
“Evet, bu da benim parçam” diyebildiğin her an, içerden ince bir kilit daha açılıyor.
Bu kitabın sayfalarında, kendime yönelik şu cümleleri ilk kez bu kadar net duydum:
“Bu kadar hissettiğin için bozuk değilsin.”
“İnciniyor olman, yanlış olduğun anlamına gelmiyor.”
“Ne hissetmen gerektiğini değil, ne hissettiğini söyle.”
Belki dışarıdan bakıldığında bunlar sıradan cümleler.
İçimdeki sessiz arşivde ise birer devrimdi.
Bu kitap, bastırılmış duyguların tuttuğu günlüktür...
Geriye dönüp baktığımda, İçimde Kalanlar benim için şunu temsil ediyor:
Bastırılmış duyguların, nihayet kendi el yazılarıyla konuştuğu bir günlük.
Bu günlüğün içinde aforizmalar değil, açık yaralar var.
Dersler değil, itiraflar var.
“Nasıl daha iyi bir insan olunur?” cevapları yok;
“Ben aslında nasıldım?” sorusunu dürüstçe sormaya çalışan bir kalp var.
Duygusal baskı, insanı sessizleştiriyor.
Bu kitapta ben, kendi sessizliğimi biraz olsun delmeye çalıştım.
Belki bağırarak değil, ama en azından fısıltıyı kâğıda emanet ederek.
Eğer bir gün, kendi içinde gezinen o tanıdık ağırlığa “bastırılmış duygular” adını koyarsan, bil ki yalnız değilsin.
Hepimiz içimizde, kimsenin görmediği küçük arşivler taşıyoruz.
Bazı klasörlerin üzerinde “sonra bakarım” yazıyor; bazıları hiç etiketlenmemiş bile.
Bu kitabı yazarken, kendi arşivimin kapağını biraz araladım.
İçinde sakladığım hiçbir şey mucizevi biçimde yok olmadı.
Ama artık adları var.
Artık saklanmıyorlar; yalnızca yerlerini biliyorum.
Belki senin için de ilk adım budur.
Önce o duygunun adını koymak.
Sonra kendine, yıllardır ertelediğin o soruyu sormak:
“Ben aslında ne hissettim ve bunu kendimden niye sakladım?”




Yorumlar