top of page
  • Twitter
  • Facebook

Yeryüzü Konuşur mu? – Coğrafyadan İnsana Uzanan İçsel Yolculuk

  • Yazarın fotoğrafı: Feroz Anka
    Feroz Anka
  • 2 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Bazen haritaya bakarken, sadece dağların, nehirlerin, sınır çizgilerinin görünmediğini fark ediyorum.

Bir iz daha var orada.

Parmağın çizgilerin üzerinden geçerken, sanki bir yerler içinden hafifçe kımıldıyor. Yeryüzünün sadece taş, toprak ve su olmadığını hissettiğin o ince anlar var ya; işte bu yazı, tam oradan doğdu.

Hakikatin Coğrafyası’nı yazarken kendime şu soruyu sordum:

“Yeryüzü konuşur mu?”

Eğer konuşuyorsa, hangi dilde?

Ve biz, bu dili ne zaman unuttuk?

Benim için bu soru, sadece dış dünyaya ait değildi.

Aslında kendi içimdeki içsel yolculuk sorusuydu.

Çünkü coğrafyayı nasıl gördüğümüz, çoğu zaman kendimizi nasıl gördüğümüzün de bir kopyasıdır.


Her coğrafya bir hafıza, her şehir bir bilinç parçası...

Bir süre sonra şunu fark ettim:

Bazı şehirlerin adı bile insanda bir duygu uyandırıyor. Hiç gitmesen de…

Kudüs’ü duymakla, Tokyo’yu duymak aynı şey değil.

Mekke ile Paris’in sende bıraktığı iz, sadece “kültürel fark”tan ibaret değil.

Her coğrafyanın, sadece üzerinde yaşayan insanların değil, yüzyılların, duaların, inkârların, teslimiyetlerin, korkuların ve umutların izini taşıyan bir hafıza alanı olduğunu hissettim.

Her şehir, insanlığın kolektif bilincinin bir parçası gibi duruyordu.

Bazen kırık, bazen gururlu, bazen yorgun, bazen kibirli…

Ama mutlaka bir şey söylüyordu.

Uzun süre şuna inandım:

Biz coğrafyayı sadece anlatıyoruz sanıyorduk ama aslında coğrafya bizi anlatıyordu.

Bu yüzden Hakikatin Coğrafyası’nda yeryüzünü, “coğrafya ve insan” ayrımıyla değil, ikisi arasındaki sessiz akışla düşündüm.

Yeryüzü, insanın dışarıdaki bedeni; insan ise yeryüzünün içerideki yankısı gibiydi.


Coğrafya ve insan: Aynaya bakmak...

Bir insanın hangi şehirde doğduğu, nerede büyüdüğü, nereye göçtüğü, hangi sokakta yürüdüğü…

Bunların hiçbirini “tesadüf” kelimesiyle geçiştiremiyorum.

Her yerin, insanda uyandırdığı ayrı bir hâl var.

Bazı şehirler içini boşaltıyor, bazı şehirler içini dolduruyor.

Bazı mekânlar seni kendine yaklaştırıyor, bazıları kendinden uzaklaştırıyor.

Şunu sormaya başladım:

“Ben bu yeryüzünün neresinde kendime daha çok benziyorum?

Hangi coğrafya, içimde gömdüğüm hâlleri daha çok ortaya çıkarıyor?”

Kimi insan denize bakınca derinleşiyor, kimi dağa bakınca susmayı öğreniyor.

Kimi kalabalık metropollerde kayboldukça, kendi ruhunun sesini daha çok duymaya başlıyor.

Bu da bana şunu gösterdi:

Biz “mekân” dediğimiz şeyin içinden geçip gitmiyoruz; mekân da bizim içimizden geçiyor.

Coğrafya, insan için aslında çok daha fazlası:

Bir ayna.

Ve bu aynaya bakma cesaretimiz yoksa, yeryüzü hep sadece “uzak ülkeler” olarak kalıyor.


Yeryüzü bilinci: Toprak, taş ve suyun ötesinde...

“Yeryüzü bilinci” dediğimde kastettiğim şu:

İnsanın, yaşadığı gezegeni sadece bir kaynak, bir dekor, bir fon, arka plandaki sahne olarak değil; kendisiyle bağı olan canlı bir alan olarak fark etmesi.

Bu fark ediş, romantik bir “doğa sevgisi”nden ibaret değil.

Daha sarsıcı bir yerden geliyor:

Eğer dünya üzerinde bu kadar çok yara, savaş, yıkım, adaletsizlik ve kopukluk varsa; bu, sadece politik ya da ekonomik bir mesele değil.

Bu, insanın yeryüzüyle kurduğu bağın, oradan da hakikatle kurduğu bağın zedelenmesidir.

Yeryüzü bilinci, bana göre şunu duymakla başlıyor:

“Attığım her adım, sadece toprağa değil, kendi varoluşuma da basıyor.”

Bir nehrin kuruması, sadece iklim kriziyle ilgili bir veri değil; içimizdeki merhamet ve sorumluluk duygusunun da çekilmesi demek.

Bir şehrin ruhunun beton ve gösterişle kaplanması, sadece “şehircilik tercihi” değil; bizim de iç dünyamızın üstünü süslerle, maskelerle kapatmamız demek.

Yeryüzünü bu gözle gördüğünde, manevi yolculuk artık hayatın dışına çekildiğin, soyut bir deneyim olmuyor.

Tam tersine, hayatın en somut yerlerinden başlıyor:

Toprak, ağaç, sokak, şehir, dağ, deniz…

Hepsi, içimizdeki soruları çoğaltan aynalara dönüşüyor.


İçsel yolculuk, bazen yeryüzüne daha dikkatli bakmaktır...

Çoğu zaman “içsel yolculuk” denince gözler kapanıyor, dünya dışarıda bırakılıyor, içeriye dönmek bir tür kaçış gibi anlatılıyor.

Ben Hakikatin Coğrafyası’nı yazarken bunun tersini hissettim.

Benim için içsel yolculuk, dünyadan kaçmak değil; dünyaya daha uyanık bakmaktı.

Bir şehrin sabahına bakarken:

“Burada kaç kişinin duası havaya karışıyor?” diye sormaktı.

Bir dağın sessizliğine bakarken:

“Ben kendi içimde neyi susturup neyi konuşturmuyorum?” demekti.

Bir sınır çizgisine bakarken:

“Biz hakikati de böyle mi parçalara böldük?” diye sorgulamaktı.

Coğrafya ve insan arasındaki bağı kurduğunda, her yolculuk, dışarıya doğru yapılan bir hareket gibi görünse de aslında içeriye doğru atılmış bir adım oluyor.

Bazen sadece bir sokak ilerliyorsun ama içinden geçen yol, yılların ağırlığını taşıyor.


Bu kitap kime sesleniyor?

Yeryüzünü sevip de kendine yabancı hisseden herkese.

Bir haritaya bakarken, içinde tuhaf bir sızı duyanlara.

Hiç görmediği bir şehrin adını duyduğunda bile boğazı düğümlenenlere.

“Coğrafya kader midir?” sorusundan çok, “Coğrafya hafıza mıdır?” diye merak edenlere.

Belki sen de hayatının bir döneminde şöyle hissettin:

“Yer değiştirdim ama hâlim değişmedi.”

İşte bu yüzden, manevi yolculuk dediğimiz şey, sadece ülke değiştirmek, şehir değiştirmek, kıta değiştirmek değil.

Bazen aynı odada, aynı şehirde, aynı sokakta kalıp yeryüzüne başka bir gözle bakmayı öğrenmek.

Yeryüzü bilincini, kendi iç bilincinle yan yana koymak.

Hakikatin Coğrafyası’nda sormaya çalıştığım soru şuydu:

“Yeryüzünü sadece uzaktan izleyen biri olmaktan vazgeçip, onunla aynı cümleye girmeye hazır mıyız?”


“Her coğrafya bir hafıza, her şehir bir bilinç parçası.”

Eğer yeryüzü konuşuyorsa, belki de bunu en çok, bizim içimizde yankılanan hâllerle yapıyor.

O yüzden “yeryüzü konuşur mu?” sorusunu, hiç bitmeyecek bir soruya dönüştürmek istiyorum:

“Sen, üzerinde yürüdüğün toprağın dilini duymaya hazır mısın?

Ve en çok da:

Kendi iç coğrafyana bakarken, yeryüzünün senden istediği sorumluluğu hissediyor musun?”

Belki cevapların hazır değildir.

Belki sadece bir başlangıç cümlen vardır.

Ama bazen bütün bir içsel yolculuk, işte tam o tek cümleyle başlar:

“Yeryüzü bana ne anlatmak istiyor ve ben, nihayet duymaya hazır mıyım?”
ree

 
 
 

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

© 2025 Feroz Anka – FA Editions. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page