Kendime Eve Dönerken: Klişesiz Bir Kendini Sevme Hikâyesi
- Feroz Anka
- 3 gün önce
- 4 dakikada okunur
Bir süredir her yerde aynı cümleyi duyuyoruz:“Kendini sev.”
Sosyal medyada, kitap kapaklarında, kısa videolarda, renkli grafiklerin üzerinde…
Sanki bir sihirli formül varmış gibi:
“Kendini sev, her şey düzelecek.”
Oysa bazı günler, bu cümle insanın yüzüne çarpan bir tokat gibi geliyor.
Çünkü içinden şöyle diyorsun:
“Ben şu hâlimle nasıl seveceğim kendimi?”
Yorgunken, dağılmışken, hata yapmışken, pişmanlıkla doluyken, kırdıkların ve kırıldıkların tazeyken…
Sloganı duymak kolay, onu gerçeğe dönüştürmek zor.
Benim için kendimi sevme hikâyesi, süslü cümlelerin değil, ağır yüzleşmelerin içinden geçti.
“Kendini Sev” sloganı ile gerçek arasında bir boşluk var...
Uzun süre kendimi sevmenin, kendimden memnun olmak demek olduğunu sandım.
Başarılı olduğumda, takdir aldığımda, güçlü göründüğümde, bir şeyleri “başardığımda” kendimi sevmeyi hak ettiğime inandım.
Kötü bir gün geçirdiğimde, hata yaptığımda, dağınık hissettiğimde, duygusal olarak çöktüğümde ise içimden şu cümle yükseliyordu:
“Şu hâlinle sevilmezsin.”
Bu cümleyi kimse bana bu kadar sert söylemedi.
Ben kendime böyle söyledim.
Kendini sevme fikri, bu yüzden kulağıma hep sahici değilmiş gibi geliyordu.
Çünkü kendimi hep en derli toplu hâlimle düşünüyordum.
O hâlimle kendimi seviyor olmak da bana zor gelmiyordu zaten.
Zor olan şuydu: Kendimi en dağınık hâlimle görmeye katlanmak.
Senin kendini sevmemek için kurduğun cümleler var mı?
İnsanın kendine söylediği cümleler, öz-değerini yavaş yavaş kemiren küçük dişliler gibi.
Bunu çok sonra fark ettim.
“Bu kadarı da senden beklenirdi zaten.”
“Seninle kim uğraşır ki?”
“Bu hâlinle kimseyi hak etmiyorsun.”
“Sen zaten hep eksiksin.”
Bu cümlelerden birini bile bir başkasına söyleseydim, günlerce rahatsız olurdum.
Ama kendime defalarca söyleyince, normalleşmeye başladı.
Kendimi sevmemek, bazen yüksek bir nefret bile değil; sinsi bir kabulleniş hâli.
“Ben böyleyim işte.” deyip, kendi canını yakmayı hayatının parçası yapmak.
Bir noktadan sonra şunu fark ettim: Ben kendimi sevmemek için o kadar çok malzeme toplamıştım ki, kendimi sevebilmek için en küçük bir gerekçe bile aramaz olmuştum.
Kendini sevmek, kusursuz hâline hayranlık duymak değildir...
Bir gün içimden şu cümle geçti:
“Ben kendimi sevemem, çünkü bu kadar kusurluyum.”
Sonra durdum.
“Kusursuz olsaydın, kimi sevecektin?” diye sordum kendime.
Kendini sevmek, kusursuz hâline hayranlık duymak değil.
Kendini sevmek, kusurlu hâlini reddetmemeyi öğrenmek.
Kendini sevmek, hiç hata yapmamak değil; hata yaptığında kendini infaz etmemek.
Kendini sevmek, hiç kırılmamak değil; kırıldığında kendini ezip geçmemek.
Kendini sevmek, her zaman güçlü durmak değil; en zayıf hâlini bile insan saymak.
Ben bunu çok geç anladım.
İnsan kendini sevdiğinde, kusurlarını yok etmiyor; onları da bağrına basmayı öğreniyor.
Kendime Giden Yollar: Dışarıdan içeriye değil, içeriden içeriyedir.
Kendime Giden Yollar'ı yazarken fark ettim ki, ben hep dışarıdan içeriye yol aramışım.
Birinin onayı, birinin sevgisi, birinin beğenisiyle kendime ulaşabileceğimi sanmışım.
“Beni severlerse, ben de kendimi severim.”
“Beni seçerlerse, ben de kendimi değerli görürüm.”
“Beni takdir ederlerse, ben de kendime hak veririm.”
Bu, çok yorucu bir yol.
Çünkü sürekli dışarıya bağımlı.
Ve dışarısı değişken.
Oysa kitap boyunca yavaş yavaş şunu gördüm:
Benim yolum, dışarıdan içeriye değil, içeriden içeriye doğru.
Kendime Giden Yollar, daha çok kendimden kaçmayı bıraktığım çatlaklardan geçiyor.
Kendimi sevmek, dışarıdan gelen ışıkla parlamak değil; kendi içimde yıllardır kapattığım odaların kapısını tek tek açmak.
Eve dönmek gibi bir his...
Kendime dönme hâlini, hep “yeni bir ben” bulmak gibi düşünmüştüm.
Oysa gerçek his, yeni birine kavuşmak değil; uzun zamandır ihmal ettiğin bir eve geri dönmek gibi.
Evin kapısını açıyorsun.
İçerisi biraz dağınık.
Bazı odalar tozlu.
Bazı çekmecelerde unuttuğun eşyalar var.
Bazı odaları yıllardır kilitlemişsin, açmaya korkuyorsun.
Ama bütün dağınıklığına rağmen, burası senin evin.
Kendini sevmek işte böyle bir şey:
Evinin her odasını, her köşesini, her dağınıklığını da “benden bir parça” diyebilerek kabul etmek.
Yıllarca misafirlikte yaşamış gibi dolaştığın hayatında, ilk kez kendi koltuğuna oturmak, kendi bardağından su içmek, kendi duvarlarına bakmak…
Eksik, kırık, yorgun hâlini bile evin salonuna davet edebilmek.
Öz-değer, bir sonuç değil, bir başlangıçtır...
Kendimi uzun süre şöyle tarttım:
“Ne yaptım, ne başardım, ne sundum?”
Yaptıklarım arttığında kendimi değerli hissettim, yapamadıklarım çoğaldığında değersizleştim.
Sanki öz-değer, hayatın sonunda verilen bir karne notu gibiydi.
Oysa yavaş yavaş şunu fark ettim: İnsanın değeri, sonuç değil başlangıçtır.
Yani bir insan, değerli olduğu için hayata başlıyor; değer kazanmak için değil.
Şifa yolculuğu dediğimiz şey, kendimizi kanıtlamaya çalışmaktan vazgeçip, zaten değerli bir varlık olarak yaşamayı kabullenmeye giden uzun, yorucu ama gerçek bir süreç.
Kendini sevmek, “Ben artık mükemmelim.” demek değil; “Ben eksiklerimle de sevilecek bir varlığım.” diyebilmeye doğru atılan çekingen bir adım.
Kendimi sevmeden önce merhamet etmeyi öğrenmeliydim...
Kendini sevme cümlesi kulağıma hâlâ zaman zaman büyük geliyor.
Bazen “sevgi” kelimesini bile taşımakta zorlandığım günler oluyor.
Ama şunu fark ettim: Kendini sevmek, bazen ilk adım değil.
Önce kendine karşı merhamet etmeyi öğreniyorsun.
Kendine merhamet etmek, “Böyle hissetmen normal.” diyebilmek.
“Burada hata yaptın ama bu seni insan olmaktan çıkarmıyor.” diyebilmek.
“Yorulman, zayıflaman, dağılman seni değersiz yapmıyor.” diyebilmek.
Kendine merhamet edebildiğin yerde, bir gün kendini sevme ihtimali de filizleniyor.
Bu satırları okurken belki şunu fark ediyorsun:
Kendinle ilişkin, başkalarıyla ilişkinden çok daha sert.
Başkalarını anlamaya, affetmeye, dinlemeye daha açıksın; kendine gelince, aynı genişliği gösteremiyorsun.
Belki bu yüzden, sana küçük ama ağır bir soru bırakmak istiyorum:
Peki sen, kendine en son ne zaman “İyi ki Varsın” diyebildin?
Sadece bir başarı için değil; sadece güçlü durduğun için değil; sadece herkesin işini kolaylaştırdığın için değil…
Sadece olduğun hâlinle, yorgunluğunla, kırgınlığınla, bazen kontrolü kaybeden taraflarınla birlikte:
“İyi ki varsın.”
Belki bunu yüksek sesle söyleyemeyeceksin.
Belki içinden bile söylerken zorlanacaksın.
Ama kendine karşı kullandığın dili değiştirmeden, kendini sevme fikri hep uzakta kalacak.
Belki de kendini sevme hikâyesi tam olarak şurada başlıyordur:
Kendini düzeltmek için değil, kendine yaklaşmak için adım attığın yerde.
Kendime Giden Yollar, benim için yeni bir ben icat etme değil; kendi evime, kendi içime, kendi hakikatime katman katman geri dönme çabasıydı.
Klişelerin ötesinde, sadece şunu söyleyebildiğim bir yere varmak istedim:
“Ben, kendimi sevmeyi hâlâ tam bilmiyorum.
Ama kendimden nefret etmeyi bırakmaya hazırım.
Ve galiba, eve dönüş tam da burada başlıyor.”






Yorumlar